Dr. Esat ÖZ - Resmi Web Sitesi
      
Dr. Esat ÖZ - Resmi Web Sitesi
  • Küresel Güç Savaşları ve     Emperyalist Tehditler
  • Küreselleşme Girdabındaki     Milli Devlet ve Kültürler
  • AB Bağımlılığı ya da Radikal     Batılılaşma
  • Sevr ve Soykırım Tartışmaları     ve Tarihle Yüzleşme
  • Kronik Aydın ve Demokrasi     Sorunu
  •    IRAK SAVAŞI, DÜNYA DÜZENİ ve AHLAKÎ ÇÖKÜŞ

    Giriş: Çöküşün Entelektüel Delilleri

    Milletlerarası meşruluk temelinden yoksun bir şekilde ve adaletsiz şartlarda cereyan etmesine rağmen; Irak Savaşı’nın, Batı’da ve Türkiye’de hararetli yandaşlar bulması, insanlık adına utanç verici ve talihsiz bir gelişme olmuştur. Her devletin böyle bir fiilî durum karşısında güvenlik endişelerini giderecek farklı politikalar geliştirmesi ve önlemler alması, kendi bağlamı içinde anlaşılabilir bir girişimdir. Bu çerçevede mazur görülemeyecek olan, entelektüellerin şaşırtıcı ve endişe verici tutumudur.

    Gerçekten de, Batı’da ve Türkiye’de kimi entelektüellerin, adaletsiz bir savaşı meşru göstermek konusunda askerlere ve politikacılara şapka çıkartacak düzeyde destek olmaları ve haklı gerekçeler üretme yarışına girmeleri, insanlık tarihinde kara bir leke olarak yerini almıştır. Bu entelektüel cinayetin, manevî kayıpları telafî edilemeyecek boyutlarda olan bir savaş karşısında işlenmesi, yine demokrasi ve özgürlük idealinin savaşa kurban edilmesi, meselenin vahametini bir kat daha arttırmıştır.

    Dikkat çekici olan bir başka husus, savaş misyonerliğine soyunanların büyük bir çoğunluğunun “liberalizm, demokrasi ve küreselleşme havariliği” ile ün yapmış kalemler olmasıdır. Batı’lı, özellikle Amerikalı birçok gazeteci ve yazarın tanıdık ukalâ üsluplarıyla Irak halkına bomba soslu demokrasi ve insan hakları vaadinde bulunması, meseleye traji-komik bir boyut da kazandırmıştır.

    Bunların Türkiye’deki izdüşümleri de, mesailerinin büyük bir bölümünü AB’ye veya ABD’ye endeksli olarak geliştirdikleri muhakeme mantıklarıyla kendi ülkelerini yargılamaya harcamaktadır. Bu zihniyet sahipleri; tıpkı Batı’lı ilham kaynaklarının yaptığı gibi, AB’nin ve/veya ABD’nin beklentilerini karşıladığı ölçüde Türkiye’yi olumlamaya, planlarını bozduğuna inandıkları ölçüde de cezalandırmaya çalışmaktadır.

    İdeolojik Misyonerlik ve Medya –Sermaye Evliliği

    Bu gelişmeler, Türkiye’nin haklı çıkarlarını ve milli onurunu savunmasından bile rahatsızlık hissedenlerin gerçek kimlik ve niyetlerini teşhis etmek bakımından yararlı olmuştur. Çünkü, Batı hizmetkarlığının entelektüeller arasında ulaştığı boyut, ürkütücü olsa bile öğreticidir. Ülkemizdeki Avrupa Birliği tartışmalarının ardından, Irak Savaşı ve sonrasına dair senaryolar da bu açıdan turnosol kağıdı işlevi görmüştür. Türkiye’nin ne pahasına olursa olsun AB yönetiminin dayatmalarını kabul etmesi ya da Irak Savaşı’nda ABD yönetiminin her talebini yerine getirmesini ısrarla savunmuş olanların, aynı zamanda milliyetçi duyarlılıklara “neo-faşist” veya “değişim karşıtlığı” damgasını vurma heveslileri olması, ayrıca not edilmesi gereken bir husustur.

    Batının dünya hükümranlığına odaklı küreselleşme ve dünya düzeni gibi politika ve kavramları evrensel doğru olarak tanımlayanların veya sorgulama ihtiyacı hissetmeyenlerin Batı’nın evrensel çıkarları adına hareket ettikleri, en azından hizmet ettikleri bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü, küreselleşmenin lokomotifi olan güçleri ülkeleri ve zihinleri istila yöntemlerini kullanma şekil ve zamanları artık çıplak gözle dahi rahatlıkla görülebilecek netlikle ve çirkinliktedir.

    Ayrıca unutmamak gerekir ki, ülkelerin milletaşırı küresel odaklar tarafından “piyasa” ve “medya” aygıtlarıyla yönlendirilmesi sürecinin propagandistliği ile “aydın” sıfatının bir arada bulunması eşyanın tabiatına aykırıdır. Piyasanın giderek “gören, düşünen ve tepki veren bir canlı organizma”ya dönüş(türül)mesi süreci, Irak Savaşı sırasında “piyasa savaşı sevdi” manşetlerine kadar uzanan düşündürücü bir noktaya vardırılabilmiştir.

    Toplumların bazen “kurtarıcı meleği”, bazen de “Azraili” olabilen piyasa ve medya evliliğinin sorgulanması, en başta demokrasinin hayatiyeti ile milletlerin sıhhati ve geleceği bakımından stratejik değere sahiptir. Aksi takdirde medya-sermaye evliliğinin ürünü olan sınır ve değer tanımaz entelektüel jargon, milletlerin iradesi ve kaderi üzerinde kendini bütün ağırlığıyla hissettirmeye devam edecek ve hakketmediği bir imtiyaza sahip olacaktır.

    AKP’nin Fikrî -Siyasi Zaafları ve Irak Savaşı

    Büyük Meclis desteğine de sahip olan AKP yönetimi ve iktidarı da, küresel denklemleri, açmazları ve son yıllarda yeniden tanzim edilmek istenen dünyayı bütün boyutlarıyla algılayıp kavramaktan çok uzaktır. “İdeolojik manifesto” havası verilmeye çalışılan 59. Hükümet’in programı tahlil edildiğinde, verili/kurulu dünya düzeni ve Batı menşeli hakim değerlerin AKP’nin kültürel ve siyasi anlayışını şekillendirdiği gözlenmektedir. Bir taraftan “muhafazakar demokrat” siyasi kimlikte karar kılındığını deklere edip, diğer taraftan Ortodoks bireyciliğe meyletmek ve “piyasa toplumu” oluşturma vaadinde bulunmak, AKP yönetiminin içine düştüğü ideolojik çırpınış ve çelişkilerin açık bir ifadesi olarak dikkati çekmektedir

    AKP yönetimi, eski siyasi geleneklerinden tevarüs eden bazı ilke ve değerleri küreselleşmenin sistematik olarak dayattığı “piyasa bireyi” ve “çok kültürcülük” gibi ilke ve projelerle harmanlamaya çalışarak “siyasi program” olarak sunmuştur. Dolayısıyla, AKP programında ve ideolojik bakış açısında yeni ve özgün olan bir şey yoktur. Bu bakış açıları değişmediği sürece, küresel denklem ve açmazları milli ve beşeri pencereden kavramaları da mümkün olmayacaktır.

    AKP yönetiminin, yakın geçmişte İsrail ordusunun Filistin’e yönelik askeri operasyonları karşısında zamanın hükümetini inisiyatif alarak akan kanı durdurmaya davet ettiği hatırlardadır. Bugünkü AKP iktidarının, çok daha büyük boyutlarda cereyan eden Filistinli ve Iraklı katliamı karşısındaki sessizliği ve tutarsızlığı ise ibret verici bir siyasi manzara ve ciddi bir ahlaki zaaf oluşturmaktadır.

    AKP yönetiminin, bir yandan Meclis’in tezkere kararını kendi tabanına bilinçli ABD direnciymiş gibi propaganda ederek, diğer yandan Amerikan basınına mülakatlar vererek “ günah çıkartma”ya çalışması ikili oynamaktan vazgeçmediklerini göstermiştir. Zaten, “ biz kasamıza girecek olana bakarız” diyenlerle, “ barış için her şeyi yapıyoruz” diyenler AKP’ nin tepesinde oturan aynı siyasi figürlerdir. Ancak, bu ikircikli tutumlarının onları milli ve ahlaki sorumluluktan kurtarmasının  mümkün olmadığı açıktır.

    Irak Savaşı ve Batı’nın Ahlakî Çöküşü 

    Bugün, gerek Batı dünyasının bütününde, gerekse bunun bir yansıması olarak AB bünyesinde ortaya çıkan fay hatları ve rekabetin, siyasi ve insani değerlerde yaşanan erozyonun iyi tahlil edilip değerlendirilmesine gerek vardır. Dünyanın en eski iki 'demokrasi'sinin, kamuoyu baskısına ve derin milletlerarası meşruluk bunalımına rağmen “şok ve dehşet operasyonu” adını verdikleri korkunç savaşı tercih etmesi, her açıdan tahlile ve kritiğe muhtaçtır.

    Başlangıç olarak vurgulamak gerekirse, “şok ve dehşet operasyonu” Ortadoğu’ya hürriyet değil, nefret tohumları ekmiştir. “Demokrasi bombaları”(!) ABD’nin küresel imajında dramatik bir çöküşe yol açtığı gibi, demokrasi ve insan hakları ihracatçılığının küresel hakimiyet siyasetinin bir parçası olduğunu da bir kez daha ortaya koymuştur.

    Gerek ABD-İngiltere, gerekse AB’nin çekirdek ülkeleri olan Fransa-Almanya dayanışmasının Irak Savaşı konusunda verdikleri sınav, başarısızlığın çok ötesinde bir anlama sahiptir. Batı’nın; küresel hakimiyet politikalarındaki işbirliğinde olduğu gibi, Irak Savaşı karşısında çatırdaması da, aynı noktadan, yani çıkar dayanışması veya çatışması denkleminden beslenmektedir. Özellikle savaşın bütün sıcaklığı ve yıkıcılığıyla devam ettiği bir süreçte “savaş sonrası paylaşım planları”nın ortalığa saçılması tüyler ürpertici bir manzara oluşturmuştur.

    Yine, Dünya’ya demokrasi ve insan hakları dersi vermekten “sadistçe zevk alan” Batı medyası, Irak halkının çığlıkları karşısında kendi kamuoylarını “görme ve işitme özürlü” hale getirmiş; Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın savaş esnasında “İnsan Hakları Raporu”nu açıklayarak çeşitli ülkeleri eleştirmesi de Irak Savaşı’nın bir başka traji-komik sahnesi olarak tarihteki yerini almıştır. Bu acı gerçek de, tıpkı diğerleri gibi, demokratik ve etik değerlerin haksız bir savaşı bile meşru görebilecek kadar ayaklar altına alınabildiğini tescil eden bir gelişme olmuştur.

    Bütün bu gelişmeler, Soğuk Savaş döneminden çok, “yeni döneme” özgü belli başlı kurum, kavram ve kategorilerin yeni baştan tanımlanması ihtiyacını beraberinde getirmektedir. Dünyanın, özellikle milli devlet ve millet olgusunu, gerçek demokrasi ilkelerini, dayanışma ve adalet gibi değerleri yeniden keşfetmesi gerekmektedir. Aksi taktirde “liberal emperyalizm” ve/veya “insan hakları müdahaleciliği” gibi yeni küresel egemenlik siyasetinin entelektüel figüranlığıyla yetinmek zorunda kalınacaktır.

    ABD yönetiminin Irak savaşını başarıyla tamamlayıp yeni rejimi yerleştirdiği taktirde, önce bölgeyi daha sonra Dünyayı “Amerika merkezli tehdit ve çıkar değerlendirmeleri” çerçevesinde yeniden tanzim etmeye, en azından disiplin altına almaya çalışacağı anlaşılmaktadır. Yeni küresel denetim ve egemenlik stratejilerinin özgürlük ve demokrasi ambalajıyla süslenip pazarlanması, bu gerçekleri örtmediği gibi, küresel sorunları da ortadan kaldırmamaktadır. Medya-sermaye evliliğinin ürünleri olan kalemlerin misyoner ruhla giriştikleri bilgi ve fikir taarruzları püskürtüldükçe, bu gerçekler şüphesiz daha iyi anlaşılacaktır.

    Yeni Dünya Düzensizliğine Doğru

    Birleşmiş Milletler’in zayıf olan saygınlık ve etkinliğinin, yine O’nu düne kadar iyi kullanan ABD yönetimi tarafından felç edilmesi, geleceğe dönük bir başka büyük endişeyi beraberinde getirmiştir. Zaten oldukça kırılgan olan küresel denge ve istikrarın korunup gözetilmesi ve milletler arası ahlaki normların geliştirilip uygulanması, daha bu günden hayati bir gündem maddesi olarak bütün insanlığın önünde durmaktadır.

    Amerikan yönetimini BM Güvenlik konseyi’nin işlevini fiili olarak üstlenmesinin meşruiyeti ve sürdürülebilirliği meselesi, bugün büyük bir soru işareti ve açmaz olarak ortadadır. Bazı Amerikan kaynaklarının yeni bir “Birleşmiş Milletler” ve NATO yapılanmasını gündeme getirmesi, bu açmazı ortadan kaldırmamakta, bilakis derinleştirmektedir. ABD’nin bütün dünya adına yargılama ve cezalandırma tekelini elinde bulundurma konusundaki ısrarı ve bunun sebep olduğu küresel depremlerin yıkıcılığı zamanla daha çok hissedilecektir.

    Amerikan yönetimi bu bağlamda herhangi bir hesap yanlışı yapmamalıdır. Çünkü, dünyayı yeniden inşa etme projelerinin hem mevcut ve muhtemel riskleri göğüsleyecek kapsayıcılıkta olması imkansızdır, hem de meşruluk açığının göz ardı edilmemesi gerekir. Ekonomik ve askeri üstünlüğün, yerleşik dünya kurumları ve ortak değerlerinin yerine yenisini ikâme etme hakkı verdiğine dair inanç, Batı merkezli “yeryüzü cenneti tarikatı”nın fanatizminden başka bir şey değildir.

    Batı merkezciliğinin tek yanlılığını daha da ileri götüren yeni Amerikan stratejisinin, küresel toplum ve din inşa etmeyi hedeflediği gözlenmektedir. Bu tür bir algılama yaygınlaştığı ölçüde, Irak Savaşı’nın insanlık ailesinin büyük bölümü tarafından “medeniyetler ve dinler savaşı”nın parçası olarak yorumlanması kaçınılmaz hale gelecektir. Böyle bir durumda, daha kaotik bir tablo ortaya çıkacak, zaten çok zayıf dayanakları olan küresel denge ve iş birliği zemininden eser kalmayacaktır.

    Son Söz

    Günümüz dünyasında, hem bütün insanlığın, hem de bir parçası olan Türk milleti’nin temel ihtiyacı, dolayısıyla hedefi; beşeri, milli ve ahlaki duyarlılıklar arasında anlamlı bir senteze ulaşmak ve dünya düzenini bunun rehberliğinde yeniden inşa etmeye odaklanmaktır.

    Amerikalı yetkililerinin Irak yönetimine savaş esnasında esirlerin durumuyla ilgili olarak Cenevre Sözleşmesi’ni hatırlatması, meşru yöntem ve kurallara küresel aktörlerin de ihtiyacı olabileceğini göstermesi bakımından anlamlıdır. Bu durumu, Savaş’ın ABD yönetimine verdiği ilk büyük ders olarak okumak gerekir. Bugünkü Amerikan yönetimine hakim olan aşırı gurur ve kibir, böyle bir okumayı mümkün kılmasa da, gerçek bundan farklı değildir.

    Küresel sorumluluğun en az küresel güç ve etkinlik seviyesinde bulunması, evrensel düzeyde benimsenmesi gereken temel bir kriter ve değer olmalıdır. Bunun için Amerikan yönetimi, küresel çatışma ve adaletsizliklere zemin hazırlayan yaklaşım ve politikalarını terk etmek durumundadır. Çünkü, her şeyden önce insanlığın ortak yararı ve adalet ideali bunu zaruri kılmaktadır. Unutulmaması gerekir ki, küresel ölçekte adaleti ve dayanışmayı temel referans almayan her milletaşırı proje, daha en baştan başarısızlığa mahkûmdur.

    (İlk yayım tarihi: 2023 Dergisi, Nisan 2003)

    Dr. Esat ÖZ - Resmi Web SitesiEsat Öz, milliyetçilik, ılımlı İslam, model ülke, ulus devlet, milli kültür, kültürel soykırım, Sevr, soykırım, AB bağımlılığı, teslimiyetçilik, Batılılaşma, imparatorluk, emperyalizm, AKP, alaturka muhafazakarlık, milli irade, cumhur, değişimcilik
    Makalenin tümünü yayınlayabilmek için izin alınması zorunludur.
    Kaynak gösterilmek suretiyle kısa alıntılar yapılır.
    Tüm hakları saklıdır © 2007
    En iyi görünüm için IE5.0 ve üzeri bir browser ile 1024x768 çözünürlüğü tercih ediniz.
    Tasarım :
    Esat Öz, milliyetçilik, ılımlı İslam, model ülke, ulus devlet, milli kültür, kültürel soykırım, Sevr, soykırım, AB bağımlılığı, teslimiyetçilik, Batılılaşma, imparatorluk, emperyalizm, AKP, alaturka muhafazakarlık, milli irade, cumhur, değişimcilik