Dr. Esat ÖZ - Resmi Web Sitesi
      
Dr. Esat ÖZ - Resmi Web Sitesi
  • Küresel Güç Savaşları ve     Emperyalist Tehditler
  • Küreselleşme Girdabındaki     Milli Devlet ve Kültürler
  • AB Bağımlılığı ya da Radikal     Batılılaşma
  • Sevr ve Soykırım Tartışmaları     ve Tarihle Yüzleşme
  • Kronik Aydın ve Demokrasi     Sorunu
  •    CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ

    ‘’CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ ‘’ PROJESİ ÜZERİNE ELEŞTİREL BİR DEĞERLENDİRME

                                                                                                                                   Dr. Esat ÖZ

                    Giriş

      Bütün modern siyasi sistemlerin asli unsurlarından biri olan anayasalar, her ülke açısından iç içe geçmiş iki temel problematikle hesaplaşmak zorundadır. Bunlar, öncelikle o ülke vatandaşlarının hak ve hürriyetlerinin kapsam ve güvencelerini, ikinci olarak da istikrarlı ve etkin hükümet etme biçimini öngören bir sistemin kurum ve kurallarını belirlemekle ilişkilidir. Bu, bütün anayasa projelerinin ortak sorunudur ve devletin yapısı ve işleyişinin ana hatlarını belirlemekle aynı anlama gelir. Her ikisi de, diğeri üzerinde etkili olan birçok siyasi ilkenin tercih edilmesini gerektirir. Bu durumu, şu şekilde özetleyip formüle etmek mümkündür: “Özgürlük-güvenlik”, ” istikrar-temsil” ve ‘’hukukla sınırlanmış etkin hükümet’’ gibi denklemleri dengeli biçimde çözmüş, milli ve demokratik bir devlet inşa etmek, başarılı bir anayasa projesinin asgari müştereğini oluşturur.

      Hiçbir anayasanın kaçamayacağı bu önemli denklemler yumağıyla baş etmek, bölünme ve çatışmaların belirgin olduğu toplumlarda çok daha hayati, bir o kadar da karmaşık bir konudur. Anayasaların olabildiğince geniş bir uzlaşmayı içeren ‘’toplum sözleşmesi’’ kimliği kazanması, öncelikle keskin sosyo-politik kutuplaşmaların nedenlerini ortadan kaldırıp kaldırmayacağı, en azından ağırlaştırıp ağırlaştırmayacağı sorusuna verdiği cevaplara bağlıdır. Anayasa yapıcılar, bu öncelikli ve hayati gündemleriyle boğuşurken, ülkenin tarihsel tecrübelerini, milli ve manevi birikimlerini de sürekli göz önünde bulundurmak zorundadırlar.

      Bütün bunları tamamlayan son kritik noktayı, anayasa değişikliğinden referandum gününe kadar geçen her aşamada izlenecek usul ve üslup meselesi oluşturur. Tam da bu noktada, Cevdet Paşa’nın usulün en az esas kadar önemli olduğuna dikkat çeken ünlü “usul esasa mukaddemdir” deyişini hatırlamakta yarar vardır. Anayasa projelerini gölgeleyecek usul ve üslup yanlışlarından uzak durmak, düzenlemelerin önce meşruiyeti sonra da kalıcılığı bakımından önem arz eder.        

      Ülkemizdeki temel siyasi sorunlara yaklaşım biçimlerine ve çözüm projelerine bu açılardan baktığımızda; kendine has medeni bir dil geliştirmiş, özgürlük-güvenlik dengesini kurmuş, istikrarlı ekonomik ve siyasi gelişmeyi temin etmiş bir siyaset kurumundan ve kültüründen söz etmek imkânsızdır. Bu milli zafiyetin, tarihsel, etnik ve dini arka planları olmakla birlikte; konumuz bakımından öncelikle söylenmesi gereken, temel siyasi kurum ve kurallar hakkında güçlü ve kalıcı bir milli mutabakatın, gerçek bir ‘’toplum sözleşmesi’’nin şekillenmemiş olmasıdır.

      Siyaset geleneğimizin bu ayırt edici vasfı üzerinde; siyasi aktörlerin, demokrasi ve ahlaki normlarla barışık yaşayamayan alışkanlıklarıyla, uzun vadeli bir bakış açısı geliştirememelerinin payı büyüktür. Başta anayasa/lar olmak üzere, temel siyasi kuralların kısa ömürlü olması, tarihin ve tarihi şahsiyetlerin bile güncel siyasi polemiklerin malzemesi olmaktan kurtulamaması, siyaset/çi kültürümüzün zamanın eskitemediği özellikleri arasında yer alır. Gene ‘’konjonktür anayasası’’, ‘’tepki anayasası’’ gibi eleştirileri yeni tepki anayasalarının izlemesi, her anayasa değişikliği projesinin mucizevi çözüm olarak sunulması, aynı çerçevede değerlendirilebilir.

      Esasını hükümet sisteminde köklü bir değişikliğin oluşturduğu anayasa paketinin de, siyaset/siyasetçi geleneğimizin/kültürümüzün yukarıda özetlediğim bağlamı içinde yer aldığı görülmektedir. AKP’nin hükümet sistemi değişikliği projesine MHP’nin beklenmedik bir şekilde angaje olmasıyla birlikte tekrar ülke gündeminin merkezine oturan olağanüstü gelişmeler, birçok yönüyle değerlendirmeye muhtaç bir seyir izlemekte ve mahiyet arz etmektedir.

     

                 Vesayet Meselesi ve Yeni Hükümet Sistemi Projesi

      Türkiye’de siyasi sistem üzerindeki vesayet tartışmalarının, akademik ilgi sahasının dışına çıkıp siyaset kurumunun gündeminde yer etmeye başlaması, şüphesiz AKP iktidarı ile birlikte önem ve öncelik kazanmıştır. AKP’nin ‘’merkez’’in dışına itilmiş ya da dışında bırakılmış kesimlerin sözcülüğünü üstlenmiş olması ve bunu iktidar sürecinde de başarılı bir şekilde temsil etmeye devam etmesi, siyasi hayatının ilk dönemine damgasını vurmuştur. Uzun iktidar süreci, ‘’laik(çi)lik görünümlü’’ bir tür ‘’iç iktidar’’ olgusunu ifade eden vesayetçi kural ve yapılanmaların ortadan kaldırılmasında belirleyici olmuştur. Hatta 2010 yılında referanduma sunulup onaylanan anayasa-yargı reformu, iktidarın siyasi ve entelektüel sözcülerince vesayet sistemine vurulan büyük bir darbe olarak takdim edilmiştir.


      Bütün bu gelişmeler, temsil kabiliyeti gelişen sağlıklı bir demokrasi ile toplumsal uzlaşma ve hoşgörü ikliminin hakim kılınması için zorunlu adımlardır ama yeterli değildir. Zaten AKP’nin, 2000’li yılların başındaki üst yargı ve askeri bürokrasinin elinde hayat bulmuş olan ‘’Kemalist vesayet’’e yönelik eleştiri ve girişimlerini, hukuk devletini ve demokrasiyi kurumlaştırma, hoşgörü iklimini geliştirme çabaları takip etmemiştir. İç ve dış politikanın giderek ağırlaşan gündeminin bunun için çok elverişli ortam oluşturmadığı bir gerçektir. Fakat bu gerçeğin, ‘’yeni vesayet sistemi’’ inşası için fırsat olarak kullanılmaya başlanmasını, yine devlet yönetiminde tek parti rejimleriyle özdeşleşmiş bazı gelişmelere şahit olunmasını haklılaştırmayacağı açıktır.

      Gerçekten de, başlangıçta katı laiklik anlayışının eseri olan yasakların kaldırılması aşamalarında ortaya çıkan, daha sonra 15 Temmuz 2017 darbe girişimi ile yeni bir boyut kazanan güçlü siyasi ve sosyal mutabakat trendi, kalıcı bir sürece, yani bir geleneğin inşasına dönüştürülememiştir. Bunda, muhalefet partilerinin tavrından daha çok, siyasi iktidarın süreci iyi yönet(e)memesi belirleyici olmuştur. Zaten bu dönemde iktidar elitlerinin kalıcı bir konsensus arayışı içinde olduğunu gösteren kuvvetli bir iradenin varlığından söz etmek zordur.

      Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi düzenlemesi, ülkemize münhasır zayıf ve kırılgan uzlaşma ve demokrasi kültüründe daha ciddi bir geriye gidişi teşvik edebilir. Gerek zamanlaması, gerek referandum sürecine hakim kılınan üslup, gerekse yürütme organını kişiselleştiren ve gözeten anayasal kural tercihleri bakımından, yeni meşruluk tartışmalarına ve kutuplaşmaya davetiye çıkartan bir mahiyete sahiptir. Ayrıca anayasal düzenlemenin arkasındaki iradenin öngördüğü parti, yargı ve meclis yapısının süreklilik kazanması durumunda, yeni vesayetçi yapıyı tahkim edecek, tek adam otoriterizmine yol açabilecek elverişli şartlar doğmuş olacaktır.

      Vesayet tartışması, sistem değişikliğini meşrulaştırma gerekçeleriyle de ilişkilidir. Son yıllarda ülke gündemini belirleyen iç ve dış gelişmelerin giderek ciddi birer tehdit unsuru haline dönüşmesi, tek başına hükümet sistemi değişikliğini meşrulaştırmayacağı gibi; AKP’li siyaset ve medya çevrelerinin sıkça dillendirdiği vesayet eleştirilerinin içini boşaltan bir sonuç da doğurmaktadır. Söz konusu iç ve dış sorunların tehdit boyutuna evrilmesinde siyasi iktidarın payı göz ardı edilemeyeceğine göre, uzun iktidar dönemine rağmen AKP’nin bir imtiyazına dönüşen vesayetçi sistem eleştirilerinin sorgulanması kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü vesayetçi sistem eleştirisi, başarısızlığın gerekçesi olarak da sunulabildiği için mağduriyet söylemini haklılaştırma aracına dönüşebilmektedir.

     

    AKP’li siyaset sınıfı ve entelektüellerin, vesayet sistemi kurmakla eleştirdiği “tarihsel muhatapları”nın belli başlı argümanlarını, referandum süreci boyunca dozu giderek artan bir şekilde kullandığı görülmektedir. Hatırlanacağı üzere, bütün vesayetçi sistemler, kendilerini bir şekilde ciddi iç ve/veya dış tehditlerin varlığı ile meşrulaştırıp izah ederler. Buna bağlı olarak da milletin/devletin bekâsını temsil etme iddiasını taşırlar. Ciddi iç ve dış tehditlerin varlığı, “özel tedbirleri” zorunlu kılabilir, ama demokratik rejimlerde vesayetçi bir sistemin inşasını haklılaştırmaz.

     

    Sistem Önerisini Meşrulaştırma Gerekçeleri ve Derin Çelişkiler

    ‘’Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’’ni hayata geçirmeye yönelik ‘’anayasa projesi’’nin iki siyasi ortağının siyasi sistemdeki radikal değişimi gerekçelendirme, dolayısıyla meşrulaştırma biçimleri de üzerinde ayrıca durulmayı hak eden bir boyuta sahiptir. Çünkü projenin büyüklüğüyle ters orantılı bir meşrulaştırma sarmalından söz etmek mümkün gözükmektedir.

    MHP üst yönetiminin sistemik değişikliği meşrulaştırma argümanlarını, cumhurbaşkanının ülke yönetimi üzerindeki etkin konumunun yol açtığı anayasal çelişkiyi ortadan kaldırmak ile rejimin/devletin temel ilkelerini belirleyen Anayasanın ilk dört maddesine dokun(dur)mamak söylemi oluşturmaktadır. Bu savunmayı, ‘’millet için evet’’, ‘’devlet için evet’’, ‘’cumhuriyet için evet’’ sloganları takip etmekte ve kendi bağlamı içinde bir bütünlük meydana getirerek birbirini tamamlamaktadır.

    Ancak mesele, burada kapanmamakta, bilakis burada başlamaktadır. Çünkü başkancı projenin baş mimarı ve siyasi alandaki lokomotifi olan AKP, projenin diğer ortağından tamamen farklı argümanlar ile seçmenin karşısına çıkmaktadır. Farklı, hatta birbiriyle apaçık çelişen iddia ve söylemler, siyasi iktidarın yarı-resmi medyası ve aydınlarının dilinde daha da derinleşmektedir.

    İktidarın yeni hükümet sisteminin ‘’vesayetçi yapı”yı tamamen ortadan kaldırılacağı tezi, yüklenilen geniş ve tarihi anlamlarıyla birlikte düşünüldüğünde, ortaklar arasındaki derin çelişkinin merkezi temalarından birini oluşturmaktadır. Her türlü anayasal ve idari denetim mekanizmasından Cumhuriyet’in kuruluş süreci ve felsefesine kadar geniş bir yelpaze, ‘’anti-vesayet söylemi’’nin acımasız eleştirilerine muhatap olabilmektedir. Hükümet sistemi projesinin ‘’meşruluk sarmalı’’ olarak tanımladığım bu mesele, iki siyasi ortağın kendi parti tabanlarına münhasır propaganda malzemeleri üretmesi olarak geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Çünkü ‘’başkancı proje’’nin siyasi ortaklarından biri olan MHP’nin, anayasanın başlangıç hükümlerine yaptığı vurgu, rejimin temel ilkeleri konusunda bir güven bunalımının, en azından ciddi bir tereddüdün varlığına işaret eder.

    Devletin esasına ve tarihsel arka planına ilişkin olarak ortaya çıkan bu sorunlu alanın, ülkenin geleceğine damgasını vuracak bir köklü sistem değişikliğinin işbirliği zeminine dönüşmesi ise, bir diğer düşündürücü noktayı oluşturur ve doğal olarak ciddi eleştirileri beraberinde getirir. Böyle bir işbirliğinin sebepleri ve muhtemel sonuçlarıyla ilgili soru işaretlerinin varlığı da kaçınılmaz olarak karamsarlığı körükler.

    AKP yönetimi tarafından ‘’Cumhurbaşkanlığı sistemi’’nin dış politika ve ekonomi alanında giderek derinleşen sorunların çözümü için de bir anahtar olarak sunulması, iki parti arasındaki sorunlu işbirliği alanına bir başka boyut daha katar. Zira hükümet sistemi projesi bazındaki işbirliğiyle birlikte, her iki partinin iktidar ve muhalefet olarak dile getirdiği başlıca iddia ve eleştiriler anlam ve önemini kaybetmeye başlar.

    Bu çerçevede iktidar partisinin “yeni hükümet sistemi Türkiye’nin önü açacak” sloganı, geçmişteki büyük başarı söyleminin içini boşaltan, başarısızlığı ima eden bir içeriğe sahiptir.  MHP’nin pozisyonu ise, muhalefet partisi olarak biraz daha farklıdır. Hükümet sistemi değişikliği projesinin hayatiyet kazanmasında üstlendiği rol, gelecekte iktidar partisi karşısındaki hareket alanını tutarlılık ahlakı bakımından sınırlandıracaktır. Değişikliğin hayata geçmesi durumunda da, MHP’nin projenin olumlu sonuçlarından çok olumsuz sonuçlarıyla ilişkilendirilmesi kaçınılmazdır.

     

    Demokrasi Ahlakı Bakımından Sistem Değişikliği ve Referandum Süreci

    Yeni hükümet sistemi önerisi önemli anayasal değişiklikleri; düzenlemenin ruhu ve lafzı dışında, referandum süreci ve muhtemel sonuçları bakımından demokratik ve etik değerler testine tabi tutmak mümkün hatta gereklidir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi projesi için, bu çerçevede ne yeterli bir zaman diliminden ne de sağlıklı bir tartışma zemini ve ikliminden bahsetmek mümkündür. Ülkemizin içinde bulunduğu iç ve diş politika şartları bunu mümkün kılmadığı gibi, projenin sahipleri de böyle bir niyete sahip olmamış ya da olamamıştır.

    Referandum süreci, özellikle de propaganda söylemleri ise, sistem değişikliğini aydınlatan medeni bir rekabete sahne olmak, bir önceki aşamanın zaaflarını ortadan kaldırmak yerine; daha çok derinleştiren, kutuplaşmayı tahrik ve tahkim eden bir mahiyet kazanmıştır. Süreç, kritik önem taşıyan birkaç noktada büyüteç altına alındığında bu gerçek ortaya çıkmaktadır.

    Öncelikle ifade etmek gerekir ki, sistem değişikliği projesi, teklif sahibi iki siyasi partinin geçmişte açıkça karşı çıktığı başkanlık sisteminin otoriterizme kayma riski yüksek bir versiyonu gibidir ve bu durumun da ciddi soru işaretlerini gündeme getirmesi kaçınılmazdır. Ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü şartların, bu tür soru işaretlerini ortadan kaldırmasını beklemek haklı bir beklenti değildir. Bilakis sistem değişikliği projesinin olağanüstü şartlar sonrasına bırakılması,  sağduyulu bir yaklaşımın eseri olurdu. Dolayısıyla, değişikliğin muhtevası kadar, milli uzlaşma ve dayanışmaya gerekli önemin verilmemesi, projenin zaaflarının başında yer almakta ve sorgulanmasına yol açmaktadır.

    Yakın geçmişte başkanlık sistemine kuşkuyla yaklaşan iki siyasi partinin bu yaklaşımlarını tamamen terk ederek yeni tezler ileri sürmesi karşısında, ‘’muhalefet’’in eleştirel bir tutum takınması demokrasi pratiğinin olmazsa olmazları arasında yer alır ve en az başkancı sistem savunması kadar meşrudur. Yine referandum sürecinde ‘’ideolojik alt üst oluşlar’’la ilgili olarak gündeme gelmeyen, dolayısıyla ‘’evet’’in etik pozisyonunu zayıflatan bir başka husus daha vardır. AKP’nin kuruluş ve gelişme dönemlerinde sıkça vurgu yaptığı ve programının ortak ilkeleri arasında yer alan ‘’ortak akıl’’, ‘’demokratik hukuk devleti’’, ‘’parti içi demokrasi’’, ‘’şeffaf devlet’’ gibi ilkeler, ‘’başkancı sistem süreci’’yle birlikte önemini kaybetmiştir. Bu ilkelerin yerine, son zamanlarda sıkça vurgu yapılan ‘’istikrar’’, ‘’güçlü yönetim’’, ‘’seçimden seçime denetim’’ gibi iktidarın olabildiğince sorunsuz sürdürülmesine odaklı bir yönetim anlayışı ikâme edilmeye başlanmıştır.

    Meseleye, hükümet sistemi değişikliğinin anayasal sistematiği açısından yaklaşıldığında da demokratik endişe kaynağını körükleyen bazı düzenlemeler göze çarpmaktadır. Bunların en başında, cumhurbaşkanının siyasi sistemin yasama ve yargı unsurları üzerinde hakimiyet kurmasına elverişli düzenlemeler gelmektedir. Başkan ve meclisin atamalarıyla şekillenecek bir üst yargı idaresinin ortaya çıkması, yine meclisin oluşumu ve işleyişinde başkanın ağırlığını hissettirmesi, gücün tek elde toplanmasını beraberinde getirecektir. Zaten siyasi kültür, özellikle de parti kültürü yapımız ve ilgili mevzuat buna cevaz veren bir mahiyete sahiptir. Dikkat çekici ikinci nokta, atama yoluyla görevlendirilecek, dolayısıyla tamamen bürokratik bir kimlik kazanacak olan cumhurbaşkanı yardımcılarına ve bakanlara, seçimle gelen cumhurbaşkanı ile aynı yargısal denetim kurallarının uygulanacak olmasıdır. Meclis denetimini etkisizleştiren diğer deşiklikler de göz önüne alındığında; cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların, fiilen TBMM denetimi dışına çıkartılarak her açıdan başkana tabi kılınmak istendiği anlaşılmaktadır.

    Sistem değişikliği projesinin referandum aşamasının, diğer bir deyişle seçmen tercihine sunulması sürecinin, siyaset kurumunun selameti ve demokrasi ahlakı bakımından ne anlama geldiği de yeterince kavranamamış gözükmektedir. Unutulmamalı ki, bir önerinin/değişikliğin milletin seçimine sunulması, ‘’evet’’ yahut ‘’hayır’’ sonuçlarından herhangi birinin hem meşru hem de mümkün olduğunun peşinen kabul edilmesi anlamına gelir. Bu gerçek, referandum kurumunun doğasında mündemiçtir ve onun demokratik karakterinin özünü oluşturur. Ayrıca bir tercihi terörizmle ilişkilendirmek veya peşinen gayrimeşru ilan etmek, o referandum süreci ve sonucunun meşruluğunu da gölgeler.

    Son olarak, referandum sonucunun ülke için bir ölüm kalım meselesine, sürecin de bu meselenin savunulduğu Makyevelist bir arenaya dönüştürülmesi,  demokratik ve ahlaki değerlerin dışlandığı siyasi üslup ve usulleri egemen kılmaktadır. Yine yerel yönetimlerden merkezi yönetime, sivil toplum kuruluşlarından parti örgütüne kadar uzanan geniş bir yapının oluşturduğu devasa propaganda aygıtı, “evet sonucu”nu garantilemek amacıyla seferber edilmiş durumdadır. Tercihlerin özgürce ortaya konmasını arzulamak yerine, değişikliğin onaylanmasını empoze etmekle aynı anlama gelen böyle bir tablonun, antidemokratik rejimlerdeki  ‘’tek seçenekli’’ oylamaları çağrıştırdığı unutulmamalıdır.

     

    Son Söz

    Siyasi sistemi başkan merkezli olarak yeniden kurgulayan anayasa değişikliği projesinin en büyük talihsizliği; muhtevasında yer alan kimi hükümlerin otoriterizme dönüşme potansiyelinden evvel, projenin zamanlamasındaki usul, referandum sürecindeki üslup hatalarıdır. Sadece bugünü ve yarını değil, gelecek kuşakları da etkileyecek temel değişikliklerin bu tür hatalardan olabildiğince arınmış olması önem taşır. Çünkü bu zaaflar, sisteme dair her türlü sorun ve tartışma anında sürekli gündeme taşınacağı için meşruluk sarmalının bir parçasını oluşturmaya devam edecektir.

    Devlet ve siyaset kurumuna dair esaslı bir düzenlemeyi ifade eden hükümet sistemindeki değişikliğin yürütme ile sınırlı kalacağını varsaymak yanıltıcıdır. “Başkancı hükümet sistemi” tercihi, arkasındaki siyasi iradenin yasama ve yargı organlarına yaklaşımı hakkında da ipucu vermektedir. Zaten niyet ve emellerden bağımsız olarak, devlet mekanizması içindeki asli bir unsurun değiştirilmesinin diğerleri üzerinde domino etkisi yaratması kuvvetle muhtemeldir.

    Bu aşamada devreye, iktidar elitlerinin, bilhassa başkanın siyasi değerleri ve hedefleri girecek, siyasi sistemin gidişatı üzerinde çarpan etkisi yaratabilecektir. Çünkü kurumsal olarak yeterli denge ve denetim mekanizmalarını içermeyen bir siyasi sistemin kaderi, başkanın fikri ve ahlaki müktesebatıyla birlikte kişilik yapısına bağımlı hale gelecektir. Milletin beş yılda bir seçimler aracılığıyla sisteme müdahil olması, olumsuz bir gidişat karşısında özellikle zamanlama bakımından gecikmiş bir müdahaleyi ifade edecektir. Zaten kuvvetler arasında denge, denetim ve uyum ilkelerinin birlikte gözetilerek kurumlaştırılmasının önemi burada ortaya çıkmaktadır.

     

    Konuya, AKP iktidarının hükümet sistemine yüklediği anlamlar çerçevesinde yaklaştığımızda da sonuç pek farklı olmamaktadır. ‘’Olağanüstü tehditlere karşı olağanüstü çözüm’’ formülü, kendi içinde bile sorunludur. En başta, değişikliğin bir tepki anayasası/çözümü sıfatıyla etiketlenmesine yol açar; onu “sorunlar ancak anayasa değişikliğiyle çözülür geleneği”nin bir parçası haline getirir. Bu tür çözümlerin bazen beklentilerin tam tersine sonuçlar doğurabildiğini de unutmamak gerekir. İktidarın yakın geçmişteki ‘’anayasa ve yargı reformu’’na atfettiği büyük anlam ve önemin, zamanla büyük hayal kırıklığına dönüştüğü bilinmektedir.

    Dr. Esat ÖZ - Resmi Web SitesiEsat Öz, milliyetçilik, ılımlı İslam, model ülke, ulus devlet, milli kültür, kültürel soykırım, Sevr, soykırım, AB bağımlılığı, teslimiyetçilik, Batılılaşma, imparatorluk, emperyalizm, AKP, alaturka muhafazakarlık, milli irade, cumhur, değişimcilik
    Makalenin tümünü yayınlayabilmek için izin alınması zorunludur.
    Kaynak gösterilmek suretiyle kısa alıntılar yapılır.
    Tüm hakları saklıdır © 2007
    En iyi görünüm için IE5.0 ve üzeri bir browser ile 1024x768 çözünürlüğü tercih ediniz.
    Tasarım :
    Esat Öz, milliyetçilik, ılımlı İslam, model ülke, ulus devlet, milli kültür, kültürel soykırım, Sevr, soykırım, AB bağımlılığı, teslimiyetçilik, Batılılaşma, imparatorluk, emperyalizm, AKP, alaturka muhafazakarlık, milli irade, cumhur, değişimcilik